Bir tırmanış klasiği

Tarih: Ağustos.2002
Yer: Ararat dağı, Doğubayazıt
Ekip: Umut BEKTAŞ, Hasan ÇAĞDAŞ

2/3

Temmuz - Ağustos.2002
 

 


Saat sabahın beş ila altısı arasında kalkıyoruz. Mehmedin çocukları geliyor, ellerinde bir tepsi. Koyun yoğurdu, peynir, çay ve sıcak saç ekmeği. Mehmet hayvanları yaylaya götürmüş, kendisi ile tekrar görüşmemiz mümkün olmadı, kendisi ve ailesine bu yazıdan selamlarım ve sevgilerimizi gönderiyoruz, bir karşılık istenmeden dostluk gördüğümüz tek olay bu oldu yolculuğumuzda. Toplandık, çocuklara bir miktar çikolata dağıttık, vedalaşıp, 3200 kampına doğru yola koyulduk. Yol boyu çocukların, sakız, krem ve güneş gözlüğü talepleri ile boğuştuk ve bir dahaki gelişimizde tedarikli olmaya karar verdik. Yükümüzü taşımaya talip olanlardan bir gencin, bu isteğini kabul etmediğimiz için bize verdiği yanlış bilgiler sayesinde bir saatimiz telef oldu . Altimetrenin ısrarla doğru yüksekliği gösterdiği ve kamp yeri olduğuna kalıbımızı basacağımız bir yerde, yana yakıla hayali askeri kamp ve onbeş kadar da turist çadırı aradık. Dört buçuk sularında kimselerin olmadığı, bol çöplü kamp alanına çadırımızı kurup çay ve kahve ile yorgunluk çıkartmaya başladık. Gün yorucu geçmişti, dağı sıkça kapatan bulutlardan zirve görünmez oluyor. Buna rağmen Öküz Deresi'nden dökülen malzemenin sesi her yerden duyuluyordu. Akşam olmadan önce hava düzeldi. Yemeğimizi yiyip erkenden tulumlarımıza çekimiştik ki birilerinin geldiğini işittik. Selam, kelam. Dağa üç Alman turistten oluşan bir grubu çıkartan yerel seyahat acentasının ahçı ve katırcı ile yükleri taşıyan atlardı gelenler. Eşyaları boşaltıp, yemek hazırlığı yaparlarken bir yandan da yük taşımak konusunda pazarlığa başladık. Oldukça yorgunduk ve 4200'e yüksüz çıkma fikri çok cazip geliyordu. Pazarlık kırk milyonda kapandı ve sabah sekizde yola çıkmak üzere anlaşarak yattık. Öncelikle diğer grubun eşyaları yüklendi, bir diğer ata bizim iki çantamızı da bağladıktan sonra yola çıktık. Taşlık patikalar yerine, rahatça iz açabildiğimiz kar kulvarına girince çıkışımız birden hızlandı. Yüksüz olmanın da sağladığı rahatlıkla çabucak 4200 kamp yerine geldik. Dönmekte olan bir grupla ayak üstü sohbet ettikten sonra kendimize çadır yeri beğendik. Bu arada bizim çabuk çıkmamız birşeyi değiştirmedi, atrafta gezelenerek diğer grupla birlikte eşyaların gelmesini bekledik. Hava kapattı. Kampımızı kurarken insanı zıvanadan çıkartacak olaylar gelişti. Diğer grubun ahçısı ne zaman geri ineceğimizi sordu bizde bilmediğimizi söyleyerek atların parasını takdim ettik. Vay efendim öyle olmazmış yükü çıkarttı ise aynı zamnda indirmesi de gerekiyormuş ve bunu için de ikinci bir kırk milyon istermiş, eğer vermezsek hiç paramızı almayacakmış. -"Hass...", yani Hasan'ın tepesi attı, havada uçuşan paralar, bağrış çağrış. Sonunda katırcı genç "buna da ne oluyor ki, atlar benim" diyerek tehlikeye giren parasını kurtarmakla kalmayıp fazladan bir miktar da güneş kremi kazandı. "Ulan halimize bak, ne dağ atmosferi kaldı ne de tırmanış keyfi, 4200'de sinir stress içinde kaldık. Tüküreyim turizmine de, atına da, yükünü ata taşıtan kafama da..." Zaman her şeye iyi geliyor, yemek yiyip bir saat kadar da kestirdikten sonra kendimizi çıkış yapacak kadar iyi hissediyorduk, herhangi bir aklimatizasyon problemi oluşmamıştı. Yükselmeye karar verdik. Kampın hemen üzerinden başlayan kara, kazma krampon daldık, Öküz deresinin sol tarafı boyunca çıkışa başladık.