Saat
sabahın beş ila altısı arasında kalkıyoruz. Mehmedin çocukları geliyor,
ellerinde bir tepsi. Koyun yoğurdu, peynir, çay ve sıcak saç ekmeği.
Mehmet hayvanları yaylaya götürmüş, kendisi ile tekrar görüşmemiz mümkün
olmadı, kendisi ve ailesine bu yazıdan selamlarım ve sevgilerimizi gönderiyoruz,
bir karşılık istenmeden dostluk gördüğümüz tek olay bu oldu yolculuğumuzda.
Toplandık, çocuklara bir miktar çikolata dağıttık, vedalaşıp, 3200 kampına
doğru yola koyulduk. Yol boyu çocukların, sakız, krem ve güneş gözlüğü
talepleri ile boğuştuk ve bir dahaki gelişimizde tedarikli olmaya karar
verdik. Yükümüzü taşımaya talip olanlardan bir gencin, bu isteğini kabul
etmediğimiz için bize verdiği yanlış bilgiler sayesinde bir saatimiz
telef oldu . Altimetrenin ısrarla doğru yüksekliği gösterdiği ve kamp
yeri olduğuna kalıbımızı basacağımız bir yerde, yana yakıla hayali askeri
kamp ve onbeş kadar da turist çadırı aradık. Dört buçuk sularında kimselerin
olmadığı, bol çöplü kamp alanına çadırımızı kurup çay ve kahve ile yorgunluk
çıkartmaya başladık. Gün yorucu geçmişti, dağı sıkça kapatan bulutlardan
zirve görünmez oluyor. Buna rağmen Öküz Deresi'nden dökülen malzemenin
sesi her yerden duyuluyordu. Akşam olmadan önce hava düzeldi. Yemeğimizi
yiyip erkenden tulumlarımıza çekimiştik ki birilerinin geldiğini işittik.
Selam, kelam. Dağa üç Alman turistten oluşan bir grubu çıkartan yerel
seyahat acentasının ahçı ve katırcı ile yükleri taşıyan atlardı gelenler.
Eşyaları boşaltıp, yemek hazırlığı yaparlarken bir yandan da yük taşımak
konusunda pazarlığa başladık. Oldukça yorgunduk ve 4200'e yüksüz çıkma
fikri çok cazip geliyordu. Pazarlık kırk milyonda kapandı ve sabah sekizde
yola çıkmak üzere anlaşarak yattık. Öncelikle diğer grubun eşyaları
yüklendi, bir diğer ata bizim iki çantamızı da bağladıktan sonra yola
çıktık. Taşlık patikalar yerine, rahatça iz açabildiğimiz kar kulvarına
girince çıkışımız birden hızlandı. Yüksüz olmanın da sağladığı rahatlıkla
çabucak 4200 kamp yerine geldik. Dönmekte olan bir grupla ayak üstü
sohbet ettikten sonra kendimize çadır yeri beğendik. Bu arada bizim
çabuk çıkmamız birşeyi değiştirmedi, atrafta gezelenerek diğer grupla
birlikte eşyaların gelmesini bekledik. Hava kapattı. Kampımızı kurarken
insanı zıvanadan çıkartacak olaylar gelişti. Diğer grubun ahçısı ne
zaman geri ineceğimizi sordu bizde bilmediğimizi söyleyerek atların
parasını takdim ettik. Vay efendim öyle olmazmış yükü çıkarttı ise aynı
zamnda indirmesi de gerekiyormuş ve bunu için de ikinci bir kırk milyon
istermiş, eğer vermezsek hiç paramızı almayacakmış. -"Hass...", yani
Hasan'ın tepesi attı, havada uçuşan paralar, bağrış çağrış. Sonunda
katırcı genç "buna da ne oluyor ki, atlar benim" diyerek tehlikeye giren
parasını kurtarmakla kalmayıp fazladan bir miktar da güneş kremi kazandı.
"Ulan halimize bak, ne dağ atmosferi kaldı ne de tırmanış keyfi, 4200'de
sinir stress içinde kaldık. Tüküreyim turizmine de, atına da, yükünü
ata taşıtan kafama da..." Zaman her şeye iyi geliyor, yemek yiyip bir
saat kadar da kestirdikten sonra kendimizi çıkış yapacak kadar iyi hissediyorduk,
herhangi bir aklimatizasyon problemi oluşmamıştı. Yükselmeye karar verdik.
Kampın hemen üzerinden başlayan kara, kazma krampon daldık, Öküz deresinin
sol tarafı boyunca çıkışa başladık.
|