Kars
havaalanından Iğdır'a, "THY - IĞDIR" yazan, ancak THY ile bir bağlantısı
bulunmayan bir servis ile gidilebiliyor ıssız ve kesinlikle ağaçsız
bu yolculuğun bedeli kişi başına on milyon. Iğdır, ilk uyandırdığı izlenimlerle
modern bir kasaba görünümünde. Sosyal yaşam oldukça modern ve canlı.
Hemen herşeyi bulabileceğiniz bir süpermarket Doğubayazıt dolmuşlarının
kalktığı köşenin oldukça yakınında. Doldukça kalkan bu dolmuşlar ile
seyahatin bedeli kişi başı iki milyon. Yol boyu sıkça yapılan kontrollerde
sıkılmamak için kimliğinizi yanınızda bulundurmanız şart. Bir ara nereye
koyduğumu bir türlü bulamadığım kimliğim nedeniyle oldukça neşeli (!)
anlar yaşadık. Iğdır ile Doğubayazıt arasına dağın fotoğraflarını çekmeyi
de unutmamak lazım. Doğubayazıt, üç ülke sınırının kesiştiği bir noktada
bulunması, ayrıca İshak paşa sarayı, meteor çukuru, Nuh'un gemisi ve
Ağrı dağı nedeniyle oldukça turist çeken bir yer. Sırt çantalarımız
nedeniyle derhal turist muamelesi görüyoruz, "helooo" ve aleyüm hello.
Türk olduğumuz anlaşıldığında biraz hayal kırıklığı oluşuyor. Turistin
de yabancısı makbul güzelim memleketimde. Sıkı bir pazarlık sonucu dağın
eteğinde bulunan Ele (Eli) köyüne gitmek için bir Murat 131 sahibi ile
kırk milyona anlaşıp yola koyuluyoruz. Tırmanış ile ilgili herhangi
bir soruyla karşılaşmıyoruz, askeri kontrol noktalarını sorunsuzca geçiyoruz.
Hedefimize, yüklü yürümeyle üç buçuk saatlik bir mesafede ilk sorunumuz
oluşuyor ve aracımız bozuluyor. Tatsız bir pazarlık sonucu anlaştığımız
paranın bir kısmını vererek yürümeye başladık. Çanta yirmi ila yirmibeş
kilo arasında ve hayallerimizde düz yolda yürümek yoktu. Saat sekiz
sularında, güneş batmak üzereyken Eli köyünün biraz üstünde ilk kampımızı
kuruyoruz. Sivrisinekler inanılmaz. Civarda yaşayanların ilgisini çekiyoruz.
Mehmet, soyadını bilmiyoruz, otuz yaşlarında, onu sağ elindeki, bir
av kazası sonucu oluşmuş ciddi yara izinden tanıyabilirsiniz. Çocuklarından
bir kısmı ile birlikte geliyor, çay demlemiş. Çok dostça davranıyorlar,
sohbet muhabbet, çocukların okulundan, turizmden işlerimizden laflıyoruz.
Bu arada at ile gelen birileri yüklerimizi taşımayı teklif ediyorlar,
4200 kampına kadar yüzyirmi milyon öneriyorlar. Iğdır'dan sonra, buralarda
endaze yok gibi, makul fiyatı olan birşeye rastlamak mümkün değil. Üstelik
red cevabını kabul etmemek gibi bir alışkanlık da var. Mehmet bizi bu
dertten kurtarıyor ve muhabbetimiz devam edebiliyor. Burlarda kimse
birbiri ile Türkçe konuşmuyor, yanlız bizimle iletişebilmek için, yabancı
dil kıvamında kullanılıyor. Saat on gibi ilk günün sonunu buluyor ve
uykuya yumuluyoruz.
|